


Kentin nasıl yönetileceği, elbette ki yöneticinin dünya görüşüyle ilgili bir kavramdır. Dünya görüşü elbette ki, yöneticinin yerel politikalarında etkili olacaktır ve olmuştur da. Yönetim şekli, kente yaklaşımı ve bakış açısı, belediye başkanının ya da meclisinin davranışı nereye ne kadar mensup olduğu siyasi partinin programında maddesel olarak kurallara bağlansa da, yine de o yöneticinin cibilliyetine kalmıştır. Her partide kötü ve iyi yönetim anlayışını bir arada görebilmemiz, bu nedenle mümkün olabilmektedir.
Hepimizin bildiği gibi kentler, yaşam mekânları olmakla birlikte, önceki nesillerin bize emanet ettiği ve gelecek nesillere aktarmamızı istediği emanetlerdir. Kenti iyi yönetemeyenler ve korumayanlar onu suiistimal edenler, yalnız kente karşı değil geçmişimize ve geleceğimize de ihanet etmiş sayılırlar ve tarihe suçlu ya da kent zanlısı olarak geçeceklerdir.
Kentler sadece demografik bir olgu olmayıp, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel bir süreçle anlatılabilinir. Ancak, kentselliğin toplumsal pratiğini değişme ve evrimselleşme sürecini diyalektik ve tarihi materyalizm metoduyla incelemek en doğru yöntem olduğu gibi, nasıl yönetilmesi konusunda da bize temel ilkeler sunabilir diye düşünmekteyim.
Kentleşme, sanayi devrimi ile başlayan, sanayileşme ve modernleşmenin yarattığı toplumsal bir olgudur. Üretimde yenilik, sosyal yapıda farklılık, nüfus mobilitesinde hızlılık bir yandan modernleşmeyi diğer yandan da sorunlarını üretmektedir. Küçük imalathanelerden fabrikalara geçişin,köyden kente göçün getirdiği nüfus hareketliliğinin fiziki mekânlarda yaptığı değişiklik, kentleri eski yapılarından koparmış, hem fiziki hem de yoğunluk açısından yeni görünümler almasına neden olmuştur. Kapitalist üretim ilişkileri içinde köylerin tarım dışı üretim haricindeki sorunu olan işsizlik kırsalın iticiliğini, iş kollarının çokluğu, teknoloji, eğitim ve sağlık sektöründeki natifler ise kentlerin çekiciliğini sağlamıştır. Bu sosyolojik tespiti yaptıktan sonra gelelim bu tespitimizle belirlediğimiz kentteki nüfus yoğunluğunun getirdiği ve kente dayattığı sorunların çözümüne, başka bir deyişle de kent yönetmenin prensiplerine. İzninizle kent yönetimini, 3 ana fonksiyonun etkilerini göz ardı etmeden incelemenin daha anlaşılabilir bir yöntem olacağını düşünüyorum. Bu fonksiyonları
a ) Demografik b) Sosyolojik c ) Ekonomik fonksiyonlar olarak belirtebiliriz.
Ülkemiz coğrafyasını bir dikdörtgen olarak kabul edersek , sağ tarafın yoksul Türkiye olduğunu ve göç verdiğini , sol tarafın ise müreffeh Türkiye olduğunu ve göç aldığını söylemek mümkündür .Ulusal gelirin %50 sinin 6 ilde toplandığı (Ankara , İstanbul , Bursa , Kocaeli , Adana , İzmir ) gerçeğini göz ardı etmeden baktığımızda göreceğiz ki bu bölgelerde kentleşme , yerleşim ve konut sorununu yatay değil , dikey gelişme ile çözme yoluna gitmiştir , çok katlı binalar buna örnektir . Küresel sermayenin, yerli kent müteahhitleriyle oluşturdukları çözüm ortaklıkları rezidans denilen ve çevresi ticari fonksiyonlarla takviye edilmiş yaşam alanları kentlerimizde hızla yaygınlaşmaktadır, buna devlet eliyle kurulan ve kentsel dönüşüm olarak yapılan organizasyonları da eklersek Büyük şehir statükosundaki kentler , bunların getirdiği yeni yükler ve sorunlarla karşı karşıyadır. İşte tam bu nokta, kent yönetimlerinin siyasi tercihlerinin, belediye başkanlarının cibilliyetlerinin olaya müdahil olacağı ve kenti planlayıp, kültürel, tarihi ve ekonomik düzenlemelerde söz sahibi olduğu önemli noktadır.
Şehir plancılığı, mühendislik, hukuk, kitle psikolojisini pozitif yönlendirerek kentliyi yönetime katmak gibi argümanlar iyi yönetilirse, öncelikle göçle gelenlerin karşılaştıkları kültür şokunu çabuk atlatarak, kente uyum sağlama süreci kısaltılmış ve kentlilik bilincine kavuşmaları sağlanmış olur, bunu takip eden süreçte bu unsurların kent aydınıyla birlikte yönetime katılımları sağlanırsa belediyelerine daha çok sahip çıkmaları ve sorumluluk hissetmelerde gerçekleştirilmiş olur.
Bu sosyolojik başarı sağlanıp, kentlilik bilinci en üst noktaya ulaştırıldığında ise, halkın kent yönetimini denetlemesi, kentin otokontrol sisteminin çalışmasını sağlayacak ve aynı zamanda çarpık yapılaşmadan, aşırı imar iznine, katı atık çözümünden toplu taşıma ve şehrin alt yapısına kadar her sorunun bürokrasinin insafından kurtulup, halkın denetimi ile belediyenin oto kontrolü sonucu şeffaflığı ve öz yönetimi hayata geçirecektir. Buradan çıkaracağımız ders ise katılımcılığın kentliyi, kent koruculuğu sıfatına kavuşturacağı gerçeğidir ve bu da yöneticinin ben değil biz olmalıyız şiarından ayrılmamasını sağlayacaktır. Öncelikle kente karşı işlenen suçlar, bu suç ister siyasi yönetim veya bürokrat olsun, ister kentli vatandaş olsun, tümünün üzerinde caydırıcı bir yaptırım oluşturacaktır
Yaptığı her harcamanın , vergisini veren kentliye anlatılması , devraldığı tarihi mirasın ve yeşil alanın gelecek nesillere korunup teslim edilmesi zorunluluğu , kentin geleceğini ilgilendiren her plan , proje ve bütçenin kentlinin katılımıyla yapılacağı bilincinin yerleşmesi beraberinde mutlak başarıyı da getirecektir .
Kentler, kentliyle birlikte yönetildiğinde, Ümittir, Özgürlüktür, Demokrasidir.
Kentler, diktatörce yönetildiğinde ise, Öfkedir, Nefrettir, Ezilmişliktir.