Kent Nasıl Yönetilir

İstanbul Çevre Konseyi Genel Sekreteri Ali İzzet Oral yazdı
Haberin yayılanma tarihi:28 Kasım 2014, Cuma

Kentin  nasıl  yönetileceği, elbette ki  yöneticinin  dünya  görüşüyle  ilgili  bir  kavramdır. Dünya görüşü  elbette ki, yöneticinin yerel politikalarında etkili olacaktır ve olmuştur da. Yönetim şekli, kente yaklaşımı ve bakış açısı, belediye başkanının ya da meclisinin davranışı nereye ne kadar mensup olduğu siyasi partinin  programında  maddesel olarak kurallara bağlansa da,  yine de  o yöneticinin cibilliyetine kalmıştır. Her partide kötü ve iyi  yönetim anlayışını  bir  arada görebilmemiz, bu nedenle mümkün olabilmektedir.
   
Hepimizin  bildiği  gibi kentler, yaşam  mekânları olmakla birlikte, önceki  nesillerin bize emanet ettiği ve gelecek nesillere aktarmamızı istediği  emanetlerdir. Kenti iyi yönetemeyenler ve korumayanlar onu suiistimal edenler, yalnız kente karşı değil geçmişimize ve geleceğimize de ihanet etmiş sayılırlar ve tarihe suçlu ya da kent zanlısı olarak geçeceklerdir.

Kentler sadece demografik bir olgu olmayıp, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel bir süreçle  anlatılabilinir. Ancak, kentselliğin  toplumsal  pratiğini  değişme  ve evrimselleşme  sürecini  diyalektik ve tarihi materyalizm  metoduyla incelemek en doğru yöntem olduğu gibi, nasıl yönetilmesi konusunda da bize temel ilkeler sunabilir  diye düşünmekteyim.

 Kentleşme, sanayi devrimi ile başlayan, sanayileşme ve modernleşmenin yarattığı toplumsal bir olgudur. Üretimde yenilik, sosyal yapıda farklılık, nüfus mobilitesinde hızlılık bir  yandan  modernleşmeyi diğer yandan da  sorunlarını üretmektedir. Küçük imalathanelerden fabrikalara geçişin,köyden  kente  göçün getirdiği  nüfus  hareketliliğinin fiziki mekânlarda yaptığı değişiklik, kentleri eski yapılarından koparmış, hem fiziki hem de yoğunluk açısından yeni görünümler  almasına neden olmuştur. Kapitalist üretim ilişkileri içinde köylerin tarım dışı üretim haricindeki sorunu olan işsizlik kırsalın iticiliğini, iş  kollarının  çokluğu, teknoloji, eğitim ve sağlık sektöründeki natifler  ise  kentlerin  çekiciliğini sağlamıştır. Bu  sosyolojik tespiti yaptıktan sonra  gelelim bu  tespitimizle belirlediğimiz kentteki  nüfus yoğunluğunun getirdiği ve kente dayattığı sorunların çözümüne, başka bir deyişle de kent  yönetmenin  prensiplerine. İzninizle  kent yönetimini, 3 ana  fonksiyonun  etkilerini  göz ardı  etmeden  incelemenin daha anlaşılabilir bir yöntem olacağını düşünüyorum. Bu  fonksiyonları

 a ) Demografik    b) Sosyolojik    c ) Ekonomik   fonksiyonlar  olarak  belirtebiliriz.

 Ülkemiz  coğrafyasını  bir  dikdörtgen olarak kabul edersek , sağ tarafın yoksul Türkiye  olduğunu  ve  göç  verdiğini , sol tarafın ise müreffeh Türkiye  olduğunu  ve  göç  aldığını  söylemek  mümkündür .Ulusal  gelirin  %50  sinin  6  ilde  toplandığı  (Ankara  ,  İstanbul  ,  Bursa  ,  Kocaeli  ,  Adana  ,  İzmir )  gerçeğini  göz ardı etmeden baktığımızda göreceğiz ki bu bölgelerde  kentleşme ,   yerleşim ve konut sorununu yatay değil  , dikey gelişme ile çözme yoluna gitmiştir , çok katlı binalar buna örnektir . Küresel sermayenin, yerli kent müteahhitleriyle oluşturdukları çözüm ortaklıkları  rezidans denilen ve çevresi  ticari fonksiyonlarla takviye edilmiş yaşam alanları  kentlerimizde hızla yaygınlaşmaktadır, buna devlet eliyle kurulan ve kentsel dönüşüm  olarak yapılan organizasyonları da eklersek  Büyük şehir  statükosundaki kentler  , bunların getirdiği yeni yükler ve sorunlarla karşı karşıyadır. İşte tam bu nokta, kent yönetimlerinin siyasi tercihlerinin, belediye başkanlarının cibilliyetlerinin  olaya  müdahil  olacağı  ve kenti  planlayıp, kültürel, tarihi ve ekonomik düzenlemelerde söz sahibi olduğu  önemli noktadır.

Şehir plancılığı, mühendislik, hukuk, kitle psikolojisini pozitif yönlendirerek kentliyi yönetime katmak gibi  argümanlar iyi yönetilirse, öncelikle göçle gelenlerin karşılaştıkları kültür  şokunu çabuk atlatarak, kente uyum sağlama süreci kısaltılmış ve kentlilik bilincine  kavuşmaları sağlanmış olur, bunu takip eden süreçte bu unsurların kent aydınıyla birlikte yönetime katılımları sağlanırsa belediyelerine  daha çok sahip çıkmaları ve  sorumluluk hissetmelerde gerçekleştirilmiş olur. 

Bu  sosyolojik başarı sağlanıp, kentlilik bilinci en üst noktaya ulaştırıldığında ise, halkın kent yönetimini  denetlemesi, kentin otokontrol  sisteminin  çalışmasını sağlayacak ve aynı zamanda  çarpık  yapılaşmadan, aşırı  imar  iznine, katı atık  çözümünden toplu taşıma ve şehrin alt yapısına kadar her sorunun  bürokrasinin  insafından  kurtulup,  halkın denetimi  ile belediyenin oto kontrolü  sonucu  şeffaflığı  ve  öz  yönetimi hayata geçirecektir. Buradan çıkaracağımız ders ise katılımcılığın  kentliyi, kent koruculuğu sıfatına kavuşturacağı  gerçeğidir ve bu da yöneticinin  ben  değil  biz  olmalıyız  şiarından ayrılmamasını sağlayacaktır. Öncelikle  kente karşı işlenen suçlar, bu suç ister siyasi yönetim veya  bürokrat olsun, ister kentli vatandaş olsun, tümünün üzerinde caydırıcı bir yaptırım oluşturacaktır

Yaptığı her harcamanın , vergisini veren kentliye anlatılması , devraldığı  tarihi mirasın  ve  yeşil alanın  gelecek nesillere korunup  teslim edilmesi zorunluluğu , kentin  geleceğini  ilgilendiren her plan , proje  ve bütçenin  kentlinin  katılımıyla  yapılacağı  bilincinin yerleşmesi  beraberinde  mutlak  başarıyı da getirecektir .
                   
Kentler, kentliyle  birlikte  yönetildiğinde, Ümittir, Özgürlüktür, Demokrasidir.
Kentler, diktatörce  yönetildiğinde  ise, Öfkedir, Nefrettir, Ezilmişliktir.

YorumlarHiç Yorum Yapılmamış.     'İLK YORUMU SEN YAP'

Adınız Soyadınız:

E-Postanız:

Yorumunuz:

2 + 8 = ?

 




En Son Haberler
AnketTümü
Yeni Sitemizi Beğendiniz mi?
 
haber yazılımı: buki