'Önder Özen 'Devrim yada Darbe Yapmalısınız'

Siyah-beyazlıların eski futbol direktörü Önder Özen; görevde kaldığı sürede yaşadıklarını, Türk futbolunun sorunlarını ve gelecek planlarını FourFourTwo’ya anlattı
Haberin yayılanma tarihi:17 Şubat 2015, Salı

Şu an Beşiktaş’ın lig ve Avrupa’daki konumuna baktığınızda, kendinizle biraz da olsun gurur duyuyor musunuz?

Tabii ki! Trabzonspor maçında oynayan 14 oyuncudan dokuzunu, kenardaki antrenör ekibini, Slaven Bilic’in sözlerini Türkçeye çeviren tercümanı, kalecileri çalıştıran antrenörü, sakatları tedavi eden doktoru, rehabilitasyonlarını yapan ekibi, rehabilitasyon sonrası antrenman veren atletik şefi ve oyuncu listesini yazan idari direktörü seçen kişi olarak gurur duymamam mümkün değil.

Beşiktaş’ta en çok yapmak isteyip yapamadığınız şey neydi?

Birçok şey var ama galiba en önemlisi atletik departman konusu. Orayı birinci sınıf bir hale getiremeden ayrıldığımı düşünüyorum. Soğuk hava odası, yüksek irtifa odası, rehabilitasyon havuzları, personel istihdamı, performans laboratuvarı… Adımlar attık, hatta projelendirdik ama bunları hayata geçiremedik. Onun dışında pilot takımlara çok üzülüyorum. Roeselare bize çok uyan bir kulüptü; renkleri siyah-beyaz, kartal amblemleri var. Üstelik bizi ve projeyi çok iyi anlamışlardı ama olmadı. Tabii yönetim de çok zorlu bir süreçten geçiyor, bir kaos yönetmek zorundaydılar. Hem genel olarak Türkiye’nin içinden geçtiği bir kaos ortamı var, hem de Beşiktaş’ın. Bunlarla uğraşırken Roeselare de olmuyor tabii. Mesela pilot kulüp kapsamında Juventude’yle de belli bir aşamaya gelmiştik. Sao Paulo’daki turnuvalarda bulduğumuz oyuncuları oraya alacaktık çünkü bir oyuncuyu Beşiktaş isterse 1 milyon avro, Juventude isterse 20 bin avro gibi bir maliyet çıkar. Son derece özel bir projeydi. Dikilitaş da buna dâhildi. Devam etseydim bunu tamamlayabilirdik çünkü Ahmet Nur Çebi’yle bu konuları temmuz ayında paylaşmıştım. Çok sıcak bakmıştı. Birlikte hayata geçirebilirdik. Hem pilot takımlar, hem atletik departman ve performans laboratuarı en önemli hayallerimizdi. Bu projeleri tamamlamak ve öyle ayrılmak isterdim.

Bu görevi kabul ederken hiç tereddüt etmemiş miydiniz?

Tabii ki ettim. “Camia beni kabul eder mi? Yöneticiler etti ama taraftarlar eder mi?” Bunları düşündüğüm günlerin birinde arabamla Boğaz Köprüsü’nden geçiyorum. Radyoda kanal değiştirirken bir Beşiktaş marşına denk geldim. En sevdiğim tribün şarkısıdır. Bunu yazan adamlar belki şair değil ama sevdaları onları şair etmiş olmalı ki ortaya böyle bir şey çıkarmışlar! Bu şarkı bana çok dokunaklı gelir, bir aşk şarkısı olduğunu düşünürüm. “Kalbimin en orta yerinde, büyük bir yangın var alevler içinde…” İşte o zaman teklife evet demiştim.

Bu kararınızdan pişman oldunuz mu peki? 

Asla! İşimin kolay olmadığını biliyordum. Zaten daha ilk gün, 22 Mayıs’taki imza töreninde gelen Tanrı parçacığı sorusuyla birlikte bunu gördüm! Beşiktaş, duygu yoğunluğu çok yüksek bir kulüp. Başka türlü nasıl tarif edebilirim bilemiyorum. Belki de o yüzden siyah-beyaz olmasına rağmen çok renkli tribünleri vardır; sloganları, pankartları, şarkıları… İnsanın yüreğine dokunurlar, benimkine de dokundular. Benim için ne hissettiklerini bilemem ama ben Beşiktaş’ı çok sevdim ve bu deneyimin 1 saniyesinden bile pişman değilim.

Gönüllü scouting fikri nasıl gelişti? Profesyonel ekibin yetersiz olduğunu mu düşündünüz?

Hayır. Bu iş bir bütçe gerektirir. Mesela Birmingham ve Udinese gibi kulüplerin bütün dünyada scout’ları var ve parasını ödüyorlar. Ya da mesela Şahtar Donetsk’te farklı bir model var; transfer direktörleri scout’lara para ödüyor. Yani kulüpten maaş alıyor ve bunun bir kısmını dünyanın çeşitli bölgelerinde serbest çalışan gözlemcilere ödüyor. Onların öncelikli işi tespit. “Arjantin’de x oyuncu var” diye bildirimde bulunuyorlar. Daha sonra iş yetenek avcılarına geliyor. Bu adam ona da para ödüyor ve gidip gerçek anlamda scouting yapmasını istiyor. Görev ne kadar sürecekse ona göre parasını veriyor. Yani önce tespit, sonra scouting için para veriyor. Bizim bu tarz bir imkânımız olmadığından profesyonel çalışanımızı uçakla Almanya’ya, Hollanda’ya ya da herhangi bir yere tespit yapması için göndereceğimize oradaki Beşiktaşlı arkadaşlara ulaşalım dedik. Böylece olayın tespit kısmını bu şekilde halletmeye karar verdik. Yani bize gönderdikleri raporları tespitte kullandık. Sonra bu grubun içinden iyi raporlar yollayan dört arkadaşımızı seçip, izlemeye değer görülen oyuncuları raporlamakla görevlendirdik. Bize olumlu rapor vermesi halinde de bir taraftan kendisi izlemeye devam edecekti, bir taraftan da kulübün profesyonellerini yollayacaktık. En son da karar merci olarak departmanın başında bulunan Fikret Demirer gidecekti. Hem masrafları azaltmak, hem de ağımızı büyütmek için böyle bir sistem kurduk. Alay konusu oldu ama bence çok başarılı bir fikir ve uygulamaydı. Bunun için Koray Özcan ve arkadaşlarına tekrar tekrar teşekkür ederim.

Jose Sambade’yi nasıl getirdiniz? Daha önceden tanıyor muydunuz?

Aslında getirmeyi düşündüğüm Belçikalı bir antrenör vardı. Ona konsantre olduğum dönemde Sambade’nin videolarına rastladım. Sonra Nihat Kahveci’ye “Ona nasıl ulaşabiliriz?” diye sordum, çok olumlu konuştu. Ücrette de anlaşınca transfer gerçekleşti. Daha sonra İspanya Futbol Federasyonu başkanı, sırf bu sebeple bana ve Fikret Orman’a teşekkür mektubu gönderdi, onun gelişimine katkıda bulunma fırsatı verdiğimiz için minnetlerini sundu. İspanya futbolu için çok değerli biri. Zaten bize geldikten sonra ülkesinde onunla ilgili belgeseller yapıldı. Dünyanın en önemli kaleci antrenörlerinden biridir. Beni etkileyen, teknik ve eğitimcilik anlamındaki farkıydı. Mesela Türkiye’de kaleci 36-37 yaşına gelir, çok atletiktir, dünyaca ünlüdür ama adım tekniği bilmez çünkü öğretilmemiştir. Rüştü Reçber’in antrenörü Sambade olsaydı, onu hiçbir kulüp parayla satın alamazdı! Real Madrid, Barcelona, Bayern Münih gibi kulüpler onu alabilmek için birbiriyle yarışırdı.

Slaven Bilic’le aranız nasıl? 

İyi. Çok iyi bir dost. Şimdi arasam hemen buluşuruz mesela. Birlikte çalışırken sürekli fikir alışverişinde bulunurduk, bana bazı konularda yol gösterirdi. Hayatlarımız birbirine çok benziyor; o da eşinden boşandı ve iki çocuğu var. Gerçi benden biraz önde gidiyor diyebiliriz çünkü üçüncü çocuğu oldu. Demek ki benim de üç-beş senem var (gülüyor)! Görevde kaldığım süre boyunca sadece iki kez tartıştık. Zaten onu da yapmayacaksak birlikte çalışmanın bir anlamı kalmıyor. Benim için birlikte çalışmaktan keyif aldığım bir dost ve başarılarıyla gururlandığım bir Beşiktaş profesyonelidir.

“Futbol direktörü” kavramıyla ilgili Türkiye’deki en yanlış algı ne? Mesela “abilik”le karıştırılıyor olması mı?

Yanlışlardan biri bu ama en yanlışı olduğunu söyleyemem. Mesela futbol direktörünün tek işinin transfer yapmak olduğu yönünde bir algı var. Bu da çok yanlış. Futbol direktörü, kulüpte altyapıdan A takıma kadar tüm birimlerin işleyişinden sorumlu olan kişidir. Yani A takımdaki oyunculara “abilik” yaparak harcayacağım zamandan çok daha önemlisi; atletik departman, pilot kulüpler, yetenek seçimi, kulübün geleceğini belirleyecek sportif kararlar için harcayacağım mesaidir.

Sizce Türk futbolunun 1 numaralı sorunu ne? Yani şu an ülke futbolunu size teslim etseler yapacağınız ilk değişiklik ne olurdu?

O yetkiyi kendimden alırdım (gülüyor)! Şaka bir yana, ilk önce futbol eğitimi sorununa yönelirdim. Futbolcu, antrenör, yönetici… Futbola ait bütün öğelerin eğitiminden bahsediyorum. Bence en büyük problem bu.

Peki bahsettiğiniz eğitimi kim verecek?

İşin uzmanları verecek. Mesela antrenör eğitimini Emrah Bayraktar’ın başında bulunduğu ekip, kaleci antrenörlerinin eğitimini Yavuz Şimşek ve Jose Sambade, yöneticilerinkini Semih Usta, tercümanlarınkini Halil Yazıcıoğlu ve Samet Güzel, kulüp doktorlarınınkini Ertuğrul Karanlık verecek. Hakemler için de birini buluruz! Medya için de sizlere, Atilla Gökçe’ye, Mehmet Demirkol’a sorarız…

Yani her departmanda sorun var…

Evet ama çözüm olan kişiler de var. Bugüne kadar bu ülkede herkes revizyondan, yeniden yapılanmadan vs. bahsetti ama hiç kimse “devrim” lafını kullanmadı. Devrim yapmadan bunu başaramazsınız. Gerekirse darbe yapmalısınız! Mesela futbol federasyonunun genel kurul yapısına bakalım. Son seçimlerde en ön sırada oturan 16 kişinin içinde futbol oynamış tek bir isim bile yoktu, üçüncü sırada Fethi Heper’i gözüm zor seçti. Turizmciler, müteahhitler, petrolcüler vardı. Federasyon başkanını ve yönetim kurulunu seçecek kişiler arasında sahadan gelmiş insanlar olmalı. Bir dönem milli takımda kaptanlık yapmış Oğuz Çetin’in oy hakkı yok mesela. Metin Tekin’in de aynı şekilde. Bu yapının komple değişmesi gerek. Federasyonla diyet ilişkisi olanlar değil, profesyoneller oy kullanmalı çünkü bu spor onların. Genel kurulu herhangi bir başkanın tekeline alamayacağı, oy deposu yapamayacağı bir şekle getirmek mümkün.

Peki bu devrimi kim yapacak?

Futbol Geliştirme Merkezi. Başındaki kişiden değil, direkt profilden bahsediyorum. Birkaç dil bilen, eğitimli, futbolun içinden gelen, antrenör eğitimi konusunda uzman, futbolun sorunlarını bilen, mümkünse farklı kategorilerde çalışmış biri olmalı. Böyle birileri var. Bana göre bu kişi Metin Tekin ya da Emrah Bayraktar olabilir. Ama göreve getirdiğiniz kişi şeklen değil, fiilen orada olmalı. Ona yetki verip arkasında durmalısınız.

Yabancı sınırı konusuna gelelim. Beşiktaş’ta görev yaparken sınırın kaldırılmaması konusunda ciddi direnç göstermiştiniz…

Sınırsız olmasından yanayım ama bu ülkede çok ciddi bir sorun var: Kendi koyduğumuz kurallara uymuyoruz. Mesela 6222 diye bir yasa koydular ama uygulanmadı.  2012’de önümüzdeki üç sezon için geçerli olacak yabancı kuralını açıkladı, sonra bu kuralı kendisi deldi. İnsanların şunu anlaması lazım: Ben sınırsız yabancıya değil, kuralların uygulanmamasına karşıyım. Neden biz o dönem bir dünya kiralık oyuncu aldık? Neden elimizde hiç kontrat kalmaması için uğraştım? Fenerbahçe ve Galatasaray’ın elinde beşer tane kontrat kaldı! Bu plansızlık ve kural tanımamakla ilgili bir sorun. Kuralı koyalım ve uyalım.

Yorumculuğun teknik direktörlük hevesini körelttiğini düşünüyor musunuz? Mesela Rıdvan Dilmen de kariyerine bir hayli görkemli başlamıştı ama sonrası gelmedi…

Benim böyle bir endişem yok. Hatta tam tersi, son derece konsantre olmuş durumdayım. Bazen hayatın size biçtiği rolü oynamak zorunda kalabilirsiniz çünkü dünyayı ben döndürmüyorum. Ben döndürüyor olsaydım hayatın bana bir kulüp bulmasını sağlardım ama böyle bir şansım yok. Menajerim yok, beni kulüplere önerecek birisi de yok… Mesela bu sene üç ayrı kulüp benden randevu istedi ama görüşmeler gerçekleşmedi.

Sizin için sırada ne var? Nasıl bir gelecek çiziyorsunuz kendinize?

Teknik direktörlük yapacağım. Kendime bir ekip oluşturuyorum; yardımcı antrenörler, kaleci antrenörü, kondisyoner, analizci… Bunları yavaş yavaş hazırlıyorum. Sürekli maç izleyip geniş bir oyuncu havuzu yaratmaya çalışıyorum. Nisan gibi de antrenman teknikleri inceleme kapsamında bir Dortmund seyahatim olacak. Sezon sonu için beklediğim ve bana tarif edemeyeceğim kadar heyecan veren bir kulüp var, orada çalışmak istiyorum. Olmazsa yorumculuğa devam ederim çünkü bu, benim için bir işaret olacak. Bir daha beni hiç kimse göreve getirmez diye düşüneceğim.

YorumlarHiç Yorum Yapılmamış.     'İLK YORUMU SEN YAP'

Adınız Soyadınız:

E-Postanız:

Yorumunuz:

6 + 7 = ?

 




En Son Haberler
AnketTümü
Yeni Sitemizi Beğendiniz mi?
 
haber yazılımı: buki