Önceki makalemde Küresel Sermaye tetikçilerinin ihtiyaç duyduğu yerli iş birlikçilerinin rezerv kaynağının siyaset ortamı ve siyasal partiler olduğunu, işbirlikçilerin burada beslenip üretildiğinin veya monte edildiğinin tespitini yapmıştık. Bu tespitimizi kılavuz tutarak, sizleri çok uzağa değil Osmanlının çöküş dönemi ile Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ve Atatürk sonrası dönemden günümüz hükümetlerine doğru bir yol haritasında hep birlikte bir tarihi gezintiye çıkarmak istiyorum.
Yıl 1868 Osmanlı sarayı, yabancıların yoğun baskısı ve gayri- Müslim işbirlikçilerin gayretleriyle, yabancılara toprak satışını serbest bırakmış ve mülk edinmelerinin önünü açmıştı. Bu andan itibaren Osmanlı toprakları adeta toplu istilaya uğramış, Filistin toprakları Yahudilerin eline geçmişti. Yine aynı dönemi incelediğimizde 1890 yıllarından itibaren İzmir’in % 85’inin başta, İngiliz ve Yunanlılar olmak üzere yabancılara tapulandığı gerçeğini görüyoruz. Bu yağmanın İstanbul ‘da Yahudi, Ermeni ve Rumlar tarafından sürdürülerek satın alındığında bir başka tarihi siyasi gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Tabii konu sadece topraklarımızın el değiştirmesi değil, bu süreç içinde İzmir ve İstanbul rıhtım işletme hakları ile Demiryollarımız da bölge bölge yabancı güçlerin eline geçiyor, taki Türkiye Cumhuriyeti kurulup 18 Mart 1924 tarihinde Atatürk tarafından yabancılara toprak satışı yasaklanana kadar. Bu tarihten sonra topraklar geri alınıp, liman ve demir yollarımızda sırayla satın alınarak T.C. envanterlerine kaydediliyor. Bu tarihsel yolculuğumuzu yapmamızdaki amaç, günümüzdeki yağmanın emperyalist mantığını daha net görebilmemize yardımcı olabilmesi ve Küresel Güçlerin bu gün ülkemizi yeni sömürge tipi ülke konumuna getirme politikalarına ışık tutabilmek, bu günü bilmek, yarını bulmak ve dünü görebilmek içindi.
Şimdi gelelim günümüze. 2003 yılında iktidara gelen AKP ‘nin ilk icraatı, yabancıya toprak satışına tekrar onay vermek olmuştur, ilk önce % 10 ile başlatılan bu hak, giderek % 40’lara daha sonrada IMF ve DÜNYA BANKASI’nın hazırladığı kanunların hükümetçe onaylanmasıyla üst seviyelere ulaşmıştır. Bir kıyaslama yaparsak AKP döneminde yabancılara yapılan satışlar Cumhuriyet tarihinin 10 katına ulaşmıştır. Bunlara birde Kanun hükmünde kararnamelerle ve TOKİ marifetiyle tezgâhlanan 14 milyon metrekare Askeri ve Kamu arazisinin ve 188 taşınmazın 2,6 milyon TL’ye özel mülkiyete aktarıldığını ve bu özel sektöründe çözüm ve proje ortağı olarak Küresel Sermaye ile ortaklıklara gittiğini düşünürsek , (bu mülklerin 4 milyon 894 bin metrekaresi ANKARA, 3 milyon 352 bin metrekaresi İSTANBUL, 1 milyon 597 bin metrekaresi MARDİN ’dedir, gelin durumun vahametini siz düşünün.
Küresel Sermayenin ülkemizde ithal ikame duruma gelmesi ve yayılmacılığını arttırarak küresel sermayelerine rant aktarması tabii ki yalnız bununla sınırlı değil. Siyasal organizasyonları ve ekonomik işbirliği yöntemleriyle, para fonlarının teşvikiyle sanayimiz ve ticaret dünyamız günümüzde yabancı şirketlerin merkez üssü durumuna getirilmiştir. Uluslararası finans kapital devleri pençelerini ülkemiz ekonomisine geçirmiş durumdadırlar. Örnek mi istiyorsunuz, bu gün bir iki devlet bankası dışında yabancı ortağı olmayan banka ve yıllardır Milli Sanayimiz dediğimiz anlı şanlı holdinglerimizden yabancı sermaye ortağı olmayan hemen hemen hiç kalmadı diyebiliriz. Madenlerimizin ve limanlarımızın da İtalyan ve Fransızlara tıpkı Osmanlı ‘daki gibi satılmaya başladığını (İskenderun limanı – LİMAK ) üzülerek görebiliriz. Bir başka çarpıcı tespitimde sizlerle paylaşayım istiyorum, AKP iktidarının başlamasından bu güne kadar Enerji Bakanlığı 51 yabancı ortaklı şirkete 1168 adet altın arama ve 420 adet de altın madeni işletme ruhsatı vermiştir. Toplam ruhsat sayısı günümüzde 13.866 ya ulaşmıştır.
Şu ana kadarki tespitlerimiz bize ülkemizin, hangi güçler tarafından nasıl dizayn edildiğini ve bunların işbirlikçisi olan yönetim erklerinin nasıl çalıştığını, altıyla, üstüyle topraklarımızın nasıl bir yağmaya uğratıldığını göstermektedir. Ülkemizin gelişmekte olan değil, her gün dışa bağımlılığı artan, yeni tip bir sömürge ülke olduğunu altını çizerek söylemem, herhalde abartılı bir teşhis olmaz kanaatindeyim.
İşin ekonomik tahlillerini, iktisatçılarımıza bırakarak ben, Kent teorilerime ve Kent Rantının siyasetteki iz düşümlerimizi yazmaya devam edeceğim.
Önümüzdeki yazımda başta İstanbul olmak üzere metropollerdeki uluslararası Sömürü Çarkını ve Vahşi Kapitalizmin Kent Yağmasını, buna bağlı olarak Kent Suçlarını inceleyeceğiz, şehrimizde yine Küresel Güçlerle birlikte planlanan yat limanları, Kentsel Dönüşüm Tezgâhları ve İmar Planlarıyla deprem vurdumduymazlığını, Orman Yağmasını ve bunlardan kimlerin servet yaptığını, siyaset çöplüğündeki Yerel Kent Suçlularını birlikte tespit ve teşhir edeceğiz, tabii ki önce kendi İlimizin, İlçemizin ( Beşiktaş İlçesi ) yani kapımızın önünün temizlenmesine katkı sunacağız.
Kalın sağlıcakla……